04 Kasım, 2015

Çocukla 2400km



Bu seneki tatilimizde doyurmayan açık büfe yemeklerinden ve tatil köyü curcunasından uzakta sesiz sakin vakit geçirmek istedik. Arkadaşlarımıza sorduk “kaliteli yemekleri olan, doğal tatil yeri biliyor musunuz?” pek cevap alamadık bu soruya. Belki her şey dahil sistemi daha çok tercih edildiğinden… Belki de büyük tesisler göz doyurduğundan... Biz daha çok kendi yemeğini yapan, az odalı küçük bir tesis aradık. Bulduk mu? Bulduk :)

Şüphesiz hiçbir şeyi düşünmek zorunda olmadığınız, ne yesek acaba diye düşünmediğiniz, çocuğu nasıl eylesek diye tasalanmadığınız 5 yıldızlı oteller çok konforlu. Annelerin zaman zaman böyle aralara ihtiyacı olabiliyor. Otellerde kalmayı ne kadar sevsem de, sürekli yemek yemek beni mutsuz ediyor. Sanırım yemek yemeyi sevdiğimden azıcık ondan, azıcık bundan derken gereksiz yiyor; sonra başka insanlar açken nasıl bu kadar çok yerim diye vicdan azabı çekiyor, aman tabağımdaki çöpe atılmasın diye mideme azap çektiriyorum. Otur kalk derken bir şey anlamıyorum. Aralara sokulmuş öğünlerle yemek saati peşinde koşturur oluyorum. Bunun yerine yarım pansiyon sisteminin bizim için çok daha uygun olduğuna karar verdik.  Hem yemekler bıktırmıyor, hem de daha az yenmiş oluyor. Bu sene bunu da aşalım, bir tip yemeğin servis edildiği daha küçük işletmeler bulalım dedik. Aldık elimize haritamızı, revan olduk yollara…

Yol Üstü Afyon Konaklaması


Yolculuğumuza İstanbul’dan ve bu sefer daha özgür olmak için araba ile başladık. Kendimizi sıkmamak için yolu kısa yolculuklara böldük. İlk durağımız Afyon’du. Burada konakladığımız Güral Termal Oteli (kaplıca kelimesi gitti, termal geldi) anlatmadan geçemeyeceğim. Sanırım, oteli çocuk dostu olarak değerlendirmek yanlış olmaz. Oyun odası ve çocuk havuzu oldukça başarılıydı. Bay, bayan, ortak ve açık havuzların hepsi farklı şekilde kaydıraklar içeriyordu. Hem ortak alanda, hem de bay/bayan alanında çocuk havuzu mevcuttu, mini kaydırağı çok sevimliydi. Akşam yemeğinde çeşit boldu ama lezzeti bana müthiş gelmedi. Sabah kahvaltısı ise oldukça doyurucuydu. 5 çayı ise atıştırmak için yeterliydi. Hemen bayram sonrası olduğu için otelde az kişi konaklıyordu, bu nedenle sakin ortamdan da çok memnun kaldık. Sadece yemek anlamında İkbal’i daha başarılı bulduğumu da belirtmeliyim. Yolunuz düşerse ve çocuğunuz da varsa, Güral Termal Oteli tercih edebilirsiniz.

Adrasan-Olympos


Öğlen çıktığımız Afyon’dan, Antalya’ya ancak akşamüstü varabildik. Hedefimiz Adrasan’dı. Daha önce hiç ismini duymadığım bölge, aslında oldukça popülermiş. İstediğimiz sessizlik, bunaltmayan hava ve güzel denize burada kavuşmuş olduk. İrili ufaklı bir sürü pansiyon ve küçük oteller mevcut. Genellikle her sene gelen müdavimleri varmış. Biz bir arkadaşımızın tavsiyesi olan Sinemis Otel’de (aslında otel değil de, daha çok pansiyon) kaldık. Genellikle otellerin denizden uzak olduğu yörede, Sinemis Otel nadir denize sıfır tesislerinden birisi. Çocukla tatil yapmak için müthiş bir avantaj. Yalnız deniz ve plaj iri çakıllı, ayakkabınız yoksa yandınız :) Plajın diğer kısımları daha ince taşlardan oluşuyor, daha rahat olabilir. Bir de deniz akan soğuk sular nedeniyle yer yer inanılmaz soğuk, fakat dalgalıyken oldukça ılık. Otelde basit bir kahvaltı, günboyu demlenmiş çay, şık sunumlu güzel bir akşam yemeği var. Balık, meyveler ve salatalar oldukça lezzetliydi. Samimi bir aile işletmesi burası. Temel ihtiyaçlarım karşılansın yeter diyorsanız, tam size göre. Biz oldukça memnun kaldık. Burada kalırken günlük olarak araba ile Olympos ve Phaselis’e (deniz havuz gibi durgun ve plajı kum) gidilebilir. Müze kart iki yerde de geçiyor. İyi yüzme biliyorsunuz tekne turu yapılabilir. Lykia yolu üzerinde bulunan bölgede yürüyüş yapılıp, müthiş manzaranın keyfine varılabilir. Kendinizi dinlemek istiyorsanız, gürültü patırtı ve bangır bangır müzikten uzak kalmak istiyorsanız seveceğiniz bir yer.

Kaş

Antalya’da ikinci durağımız Kaş. Kaş, her gidenin pek sevdiği, ama yolunun pek sevimsiz ve sıkıcı olduğu, bir çok butik otele ev sahipliği yapan güzel tatil beldelerimizden birisi. Daha sakin olduğu anlatıldığından yarımadada kalmayı tercih ettik. İlk gece iç tarafa, ikinci gece Meis adasına bakan tarafta kaldık. Buradaki otellerin bir çocuğunun manzarası nefes kesici. Olympos-Adrasan’ın çam ormanlarından sonra karşımızdaki çıplak dağ pek etkileyici gelmese de, yarımadanın mis kokulu ağaçlarını çok seviyoruz. Yer olmadığı için ancak 1 gece kalma imkanı bulabildiğimiz Leamira Otel’den çok memnun kaldık. Sevimli terası ve deniz manzaralı odaları, özverili işletmecisiyle gönlümüzü fethetti. Booking.com’daki yüksek puanını gerçekten hakeden bir otel burası. Güzel bir havuzu, sessiz bir bahçesi var. Odalar biraz küçük olsa da mandalina kokulu sabunları içimizi ferahlattı :). Tepeden deniz manzarası eşliğinde kahvaltıda taze portakal suyu (portakal memleketinde bile portakal suyu hala lüks sayılıyor ya, anlamadım gitti bu işi), kaymak, ev yapımı börek, filtre kahve, güzel reçeller ve 4 gün boyunca yemek zorunda kaldığımız ekmeklerden sonra mis gibi gelen ekmekler buluyoruz. Kızımızı mutlu etmek için ellerinden geleni yaptılar, bizleri yanında lokumuyla Türk kahvesiyle uğurladılar.  Kaş’a yolunuz düşerse, aradığınız sadelik ve samimiyetse Leamira Oteli tavsiye ederim. Buraya gelmişken bizim vakit bulamadığımız Kekova turunu, siz kaçırmayın derim.


Kaş’ın denizi gerçekten güzel ve şnorkel ile deniz canlılarını izlemek için uygun. Kayalıklar mercanlar gibi balıklara besiyeri olmuş. Derin denize platform ile girmek gerekiyor, bu nedenle iyi yüzme bilmeyenler için uygun değil. Denizin dalgalı olduğu zamanlarda ise etraf kaya ile kaplı olduğu için çocuk için tehlikeli olabilir. Bir de bizim gibi mevsim sonunda giderseniz, denize ulaşmak için indiğiniz onlarca merdiveni ıslak bir şekilde çıkmak üşütüyor.

Kaputaş ve Patara Plajları

Kaş’a doyamadık ama daha keşfedecek çok yer olunca, yine dökülüyoruz yollara. İlk deniz mola yerimiz 20 sene önce gördüğüm ve aklımdan çıkmayan Kaputaş Plajı oluyor. Hala çok etkileyici. Deniz dalgalı, soğuk ve çabuk derinleşiyor. Yine çocuk için çok uygun değil. Benim gibi derin deniz sevenlerdenseniz, mutlaka buraya uğrayın. Plajda duş ve soyunma kabini mevcut. Arabanızı yolun kenarına parkedebilirsiniz. 

İkinci deniz molamızı Patara’da veriyoruz. İncecik kuma basmak, ayaklarımızı şenlendiriyor. Gözalabildiğince ince kum uzanıyor. Pek ilgi görmeyen antik şehir, oldukça küçük bir alanı kaplıyor. Yine müze kart geçerli. Deniz dalgalı ve bulanık. Vaktiniz varsa burada 1 gün geçirilebilirsiniz. Bizim daha çok yolumuz var diyerek, hiç denize girmeden molamızı kısa tutuyoruz.

Ölüdeniz-Faralya

Uzun bir araba yolculuğu ile son durağımıza, Ölüdeniz’in yaklaşık 7-8 km ilerisinde bulunan Faralya Köyü’ne, varıyoruz. Yine booking.com’daki yüksek ortalamasının hakkını veren Keyif Motel’de kalıyoruz. Çok sevimli bir köy evinin otele dönmüş hali… Ünlü kelebekler vadisinin tam üstünde, muhteşem manzarası ve yemekleriyle fayda/maliyet oranı çok yüksek, sıcacık insanların sahibi olduğu bir yer… En sonunda akşam yemeğinde ev yapımı ekmek buluyoruz. Tabi ki ekşi mayalı değil ama yemek zorunda kaldığımız onca ekmek benzerlerinden sonra ilaç gibi geliyor. Çorba, balık, zeytinyağlılar ve tatlı çok lezzetli. Gecenin sessizliğinde içtiğimiz çaya doyamadık. Odalar çok çok basit ama beklentimiz yüksek olmadığı için bizi rahatsız etmedi. Kahvaltıdaki ev yapımı poğaça çok lezzetliydi. Zeytinlerde evde yapılmış gibiydi.

Kelebekler Vadisi ve Kabak Koyu

Kahvaltıdan sonra Kelebekler Vadisi’ne çocukla inmemiz imkansız olduğu için küçük bir patikadan ilerleyip, tepeden bakmayı tercih ediyoruz. Etkileyici gözüküyor. Sonra çok merak ettiğimiz 7km uzaklıktaki Kabak Koyu’na doğru yola çıkıyoruz. Denize kadar araba ile inemiyorsunuz. Ya 20-25 dk süren patikadan yürümeniz gerekiyor, ya da servis denilen özel araçlara para ödemeniz gerekiyor. İlginç bir tarifesi var. Araçtaki kişi sayısı 10’dan az ise, toplam 50 lira; 10’dan fazla olunca kişi başı 5 lira. Sezon dışında olduğumuz için uzun süre aracı bekliyoruz. Orayı işletenlerin tavırları hiç hoşumuza gitmiyor. İki servis aracının para için birbirleriyle kavgaları bizi iyice rahatsız ediyor, onca beklememize ve yol gitmemize rağmen koyu göremeden geri dönüyoruz. Karşılaştığımız misafirperver insanlardan sonra gözlerinde sadece dolar işaretleri görünen bu insanlar bizi çok rahatsız etti. Benzer tavırları Patara ve Ölüdeniz’deki plajlardaki şemsiyecilerde görmüştük.

Ölüdeniz Tabiat Parkı

Tekrar toparlandık ve döküldük yollara. Ölüdeniz’e doğru yola çıkıyoruz. Ölüdeniz Tabiat Parkı’na araba ile giriş 22 lira. Arabasız girmek isterseniz de kişi başı 6 lira ve müze kart geçmiyor. İçeride kiralayacağız şezlong ve şemsiyenin her biri 8 lira. Gördüğüm en pahalı giriş ve üstelik duşlar çok yetersiz. Denizin rengi ve coğrafi olarak farkına rağmen, sıkışık ve kalabalık plaj bizim pek hoşumuza gitmedi. Yerli turistin azaldığı bu dönemde böyleyse, sezonda kimbilir nasıl olur diye düşünmeden edemedik.

Kayaköy ve Gemileradası

Ölüdeniz’den ayrılıp Kayaköy’e doğru yola çıkıyoruz. Kayaköy, mübadele nedeniyle Rumlar tarafından terkedilmiş ve sessizliği gömülmüş, taş evleriyle ünlü bir köy. Ölüdeniz’e kadar gelmişken görmeğe değer. Müze kart geçerli ve köy bir yamaca kurulduğundan küçük çocukla dolaşmaya pek uygun değil. Etrafta çok miktarda yemek yiyecek mekan var. Buradan çıkıp biraz daha ilerlerseniz, gemiler adası denilen küçük bir koya ve adacığa ulaşıyorsunuz. Araba ile giriş 15 lira, özel bir girişim tarafından işletiliyor. Bir girip hemen çıksak teklifimiz kabul edilmiyor. Biz de tepeden çektiğimiz fotoğraflar ile idare ediyoruz. Sadece bir görmek için uzun bir yol, gitmişken denize girecekseniz anlamlı olabilir. Oldukça güzel görünüyordu.

Son

Deniz tatilimizi sonlandırıp yine yolu 5’er saatlik adımlara bölerek, İzmir ve Bursa’da konaklayarak mini Türkiye turumuzu bitiriyoruz. Aklımızda kalan bol oksijenli çam ormanları, masmavi deniz, güzel insanlar ve uzayıp giden yollar oluyor. Ne güzel bir ülkemiz var. Keşke kıymetini bilebilsek ve güzel doğamızı otel yapmak için ya da enerji üretmek için katletmesek… Umarım gelecek nesiller de bizim gördüklerimize tanık olabilir.

3 yorum :

  1. Yazınız bana da çocuklarla seneye gitmek için cesaret verdi, teşekkürler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aslında belki de çocukların ufuklarını daha da geliştirmek için seyehat etmeliyiz... Çok gezen sanki daha çok biliyor :-)

      Sil
    2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil