Bu seneki tatilimizde doyurmayan açık büfe yemeklerinden ve
tatil köyü curcunasından uzakta sesiz sakin vakit geçirmek istedik.
Arkadaşlarımıza sorduk “kaliteli yemekleri olan, doğal tatil yeri biliyor
musunuz?” pek cevap alamadık bu soruya. Belki her şey dahil sistemi daha çok tercih
edildiğinden… Belki de büyük tesisler göz doyurduğundan... Biz daha çok kendi yemeğini yapan, az odalı küçük bir tesis aradık.
Bulduk mu? Bulduk :)
Şüphesiz hiçbir şeyi düşünmek zorunda olmadığınız, ne yesek
acaba diye düşünmediğiniz, çocuğu nasıl eylesek diye tasalanmadığınız 5
yıldızlı oteller çok konforlu. Annelerin zaman zaman böyle aralara ihtiyacı olabiliyor. Otellerde kalmayı ne kadar sevsem de, sürekli yemek yemek beni mutsuz
ediyor. Sanırım yemek yemeyi sevdiğimden azıcık ondan, azıcık bundan derken
gereksiz yiyor; sonra başka insanlar açken nasıl bu kadar çok yerim diye vicdan
azabı çekiyor, aman tabağımdaki çöpe atılmasın diye mideme azap çektiriyorum.
Otur kalk derken bir şey anlamıyorum. Aralara sokulmuş öğünlerle yemek saati
peşinde koşturur oluyorum. Bunun yerine yarım pansiyon sisteminin bizim için çok
daha uygun olduğuna karar verdik. Hem
yemekler bıktırmıyor, hem de daha az yenmiş oluyor. Bu sene bunu da aşalım, bir
tip yemeğin servis edildiği daha küçük işletmeler bulalım dedik. Aldık elimize
haritamızı, revan olduk yollara…
Yol Üstü Afyon Konaklaması
Yolculuğumuza İstanbul’dan ve bu sefer daha özgür olmak için
araba ile başladık. Kendimizi sıkmamak için yolu kısa yolculuklara böldük. İlk
durağımız Afyon’du. Burada konakladığımız Güral Termal Oteli (kaplıca kelimesi
gitti, termal geldi) anlatmadan geçemeyeceğim. Sanırım, oteli çocuk dostu
olarak değerlendirmek yanlış olmaz. Oyun odası ve çocuk havuzu oldukça
başarılıydı. Bay, bayan, ortak ve açık havuzların hepsi farklı şekilde
kaydıraklar içeriyordu. Hem ortak alanda, hem de bay/bayan alanında çocuk
havuzu mevcuttu, mini kaydırağı çok sevimliydi. Akşam yemeğinde çeşit boldu ama
lezzeti bana müthiş gelmedi. Sabah kahvaltısı ise oldukça doyurucuydu. 5 çayı
ise atıştırmak için yeterliydi. Hemen bayram sonrası olduğu için otelde az kişi
konaklıyordu, bu nedenle sakin ortamdan da çok memnun kaldık. Sadece yemek
anlamında İkbal’i daha başarılı bulduğumu da belirtmeliyim. Yolunuz düşerse ve
çocuğunuz da varsa, Güral Termal Oteli tercih edebilirsiniz.
Adrasan-Olympos
Öğlen çıktığımız Afyon’dan, Antalya’ya ancak akşamüstü
varabildik. Hedefimiz Adrasan’dı. Daha önce hiç ismini duymadığım bölge,
aslında oldukça popülermiş. İstediğimiz sessizlik, bunaltmayan hava ve güzel
denize burada kavuşmuş olduk. İrili ufaklı bir sürü pansiyon ve küçük oteller
mevcut. Genellikle her sene gelen müdavimleri varmış. Biz bir arkadaşımızın
tavsiyesi olan Sinemis Otel’de (aslında otel değil de, daha çok pansiyon)
kaldık. Genellikle otellerin denizden uzak olduğu yörede, Sinemis Otel nadir
denize sıfır tesislerinden birisi. Çocukla tatil yapmak için müthiş bir
avantaj. Yalnız deniz ve plaj iri çakıllı, ayakkabınız yoksa yandınız :) Plajın diğer kısımları daha ince
taşlardan oluşuyor, daha rahat olabilir. Bir de deniz akan soğuk sular
nedeniyle yer yer inanılmaz soğuk, fakat dalgalıyken oldukça ılık. Otelde basit
bir kahvaltı, günboyu demlenmiş çay, şık sunumlu güzel bir akşam yemeği var.
Balık, meyveler ve salatalar oldukça lezzetliydi. Samimi bir aile işletmesi
burası. Temel ihtiyaçlarım karşılansın yeter diyorsanız, tam size göre. Biz
oldukça memnun kaldık. Burada kalırken günlük olarak araba ile Olympos ve
Phaselis’e (deniz havuz gibi durgun ve plajı kum) gidilebilir. Müze kart iki
yerde de geçiyor. İyi yüzme biliyorsunuz tekne turu yapılabilir. Lykia yolu
üzerinde bulunan bölgede yürüyüş yapılıp, müthiş manzaranın keyfine
varılabilir. Kendinizi dinlemek istiyorsanız, gürültü patırtı ve bangır bangır
müzikten uzak kalmak istiyorsanız seveceğiniz bir yer.
Kaş
Antalya’da ikinci durağımız Kaş. Kaş, her gidenin pek
sevdiği, ama yolunun pek sevimsiz ve sıkıcı olduğu, bir çok butik otele ev
sahipliği yapan güzel tatil beldelerimizden birisi. Daha sakin olduğu
anlatıldığından yarımadada kalmayı tercih ettik. İlk gece iç tarafa, ikinci
gece Meis adasına bakan tarafta kaldık. Buradaki otellerin bir çocuğunun
manzarası nefes kesici. Olympos-Adrasan’ın çam ormanlarından sonra karşımızdaki
çıplak dağ pek etkileyici gelmese de, yarımadanın mis kokulu ağaçlarını çok
seviyoruz. Yer olmadığı için ancak 1 gece kalma imkanı bulabildiğimiz Leamira Otel’den
çok memnun kaldık. Sevimli terası ve deniz manzaralı odaları, özverili
işletmecisiyle gönlümüzü fethetti. Booking.com’daki yüksek puanını gerçekten
hakeden bir otel burası. Güzel bir havuzu, sessiz bir bahçesi var. Odalar biraz
küçük olsa da mandalina kokulu sabunları içimizi ferahlattı :). Tepeden deniz manzarası eşliğinde
kahvaltıda taze portakal suyu (portakal memleketinde bile portakal suyu hala
lüks sayılıyor ya, anlamadım gitti bu işi), kaymak, ev yapımı börek, filtre
kahve, güzel reçeller ve 4 gün boyunca yemek zorunda kaldığımız ekmeklerden
sonra mis gibi gelen ekmekler buluyoruz. Kızımızı mutlu etmek için ellerinden
geleni yaptılar, bizleri yanında lokumuyla Türk kahvesiyle uğurladılar. Kaş’a yolunuz düşerse, aradığınız sadelik ve
samimiyetse Leamira Oteli tavsiye ederim. Buraya gelmişken bizim vakit
bulamadığımız Kekova turunu, siz kaçırmayın derim.
Kaş’ın denizi gerçekten güzel ve şnorkel ile deniz
canlılarını izlemek için uygun. Kayalıklar mercanlar gibi balıklara besiyeri
olmuş. Derin denize platform ile girmek gerekiyor, bu nedenle iyi yüzme
bilmeyenler için uygun değil. Denizin dalgalı olduğu zamanlarda ise etraf kaya
ile kaplı olduğu için çocuk için tehlikeli olabilir. Bir de bizim gibi mevsim
sonunda giderseniz, denize ulaşmak için indiğiniz onlarca merdiveni ıslak bir
şekilde çıkmak üşütüyor.
Kaş’a doyamadık ama daha keşfedecek çok yer olunca, yine
dökülüyoruz yollara. İlk deniz mola yerimiz 20 sene önce gördüğüm ve aklımdan
çıkmayan Kaputaş Plajı oluyor. Hala çok etkileyici. Deniz dalgalı, soğuk ve
çabuk derinleşiyor. Yine çocuk için çok uygun değil. Benim gibi derin deniz
sevenlerdenseniz, mutlaka buraya uğrayın. Plajda duş ve soyunma kabini mevcut.
Arabanızı yolun kenarına parkedebilirsiniz.
İkinci deniz molamızı Patara’da veriyoruz. İncecik kuma basmak, ayaklarımızı şenlendiriyor. Gözalabildiğince ince kum uzanıyor. Pek ilgi görmeyen antik şehir, oldukça küçük bir alanı kaplıyor. Yine müze kart geçerli. Deniz dalgalı ve bulanık. Vaktiniz varsa burada 1 gün geçirilebilirsiniz. Bizim daha çok yolumuz var diyerek, hiç denize girmeden molamızı kısa tutuyoruz.
İkinci deniz molamızı Patara’da veriyoruz. İncecik kuma basmak, ayaklarımızı şenlendiriyor. Gözalabildiğince ince kum uzanıyor. Pek ilgi görmeyen antik şehir, oldukça küçük bir alanı kaplıyor. Yine müze kart geçerli. Deniz dalgalı ve bulanık. Vaktiniz varsa burada 1 gün geçirilebilirsiniz. Bizim daha çok yolumuz var diyerek, hiç denize girmeden molamızı kısa tutuyoruz.
Ölüdeniz-Faralya
Uzun bir araba yolculuğu ile son durağımıza, Ölüdeniz’in yaklaşık 7-8 km
ilerisinde bulunan Faralya Köyü’ne, varıyoruz. Yine booking.com’daki yüksek
ortalamasının hakkını veren Keyif Motel’de
kalıyoruz. Çok sevimli bir köy evinin otele dönmüş hali… Ünlü kelebekler
vadisinin tam üstünde, muhteşem manzarası ve yemekleriyle fayda/maliyet oranı
çok yüksek, sıcacık insanların sahibi olduğu bir yer… En sonunda akşam
yemeğinde ev yapımı ekmek buluyoruz. Tabi ki ekşi mayalı değil ama yemek
zorunda kaldığımız onca ekmek benzerlerinden sonra ilaç gibi geliyor. Çorba,
balık, zeytinyağlılar ve tatlı çok lezzetli. Gecenin sessizliğinde içtiğimiz
çaya doyamadık. Odalar çok çok basit ama beklentimiz yüksek olmadığı için bizi
rahatsız etmedi. Kahvaltıdaki ev yapımı poğaça çok lezzetliydi. Zeytinlerde
evde yapılmış gibiydi.
Kelebekler Vadisi ve Kabak Koyu
Kahvaltıdan sonra Kelebekler Vadisi’ne çocukla inmemiz
imkansız olduğu için küçük bir patikadan ilerleyip, tepeden bakmayı tercih
ediyoruz. Etkileyici gözüküyor. Sonra çok merak ettiğimiz 7km uzaklıktaki Kabak
Koyu’na doğru yola çıkıyoruz. Denize kadar araba ile inemiyorsunuz. Ya 20-25 dk
süren patikadan yürümeniz gerekiyor, ya da servis denilen özel araçlara para
ödemeniz gerekiyor. İlginç bir tarifesi var. Araçtaki kişi sayısı 10’dan az
ise, toplam 50 lira; 10’dan fazla olunca kişi başı 5 lira. Sezon dışında
olduğumuz için uzun süre aracı bekliyoruz. Orayı işletenlerin tavırları hiç
hoşumuza gitmiyor. İki servis aracının para için birbirleriyle kavgaları bizi
iyice rahatsız ediyor, onca beklememize ve yol gitmemize rağmen koyu göremeden
geri dönüyoruz. Karşılaştığımız misafirperver insanlardan sonra gözlerinde
sadece dolar işaretleri görünen bu insanlar bizi çok rahatsız etti. Benzer
tavırları Patara ve Ölüdeniz’deki plajlardaki şemsiyecilerde görmüştük.
Ölüdeniz Tabiat Parkı

Kayaköy ve Gemileradası
Ölüdeniz’den ayrılıp Kayaköy’e doğru yola çıkıyoruz. Kayaköy,
mübadele nedeniyle Rumlar tarafından terkedilmiş ve sessizliği gömülmüş, taş
evleriyle ünlü bir köy. Ölüdeniz’e kadar gelmişken görmeğe değer. Müze kart
geçerli ve köy bir yamaca kurulduğundan küçük çocukla dolaşmaya pek uygun
değil. Etrafta çok miktarda yemek yiyecek mekan var. Buradan çıkıp biraz daha
ilerlerseniz, gemiler adası denilen küçük bir koya ve adacığa ulaşıyorsunuz.
Araba ile giriş 15 lira, özel bir girişim tarafından işletiliyor. Bir girip
hemen çıksak teklifimiz kabul edilmiyor. Biz de tepeden çektiğimiz fotoğraflar
ile idare ediyoruz. Sadece bir görmek için uzun bir yol, gitmişken denize
girecekseniz anlamlı olabilir. Oldukça güzel görünüyordu.
Son
Deniz tatilimizi sonlandırıp yine yolu 5’er saatlik adımlara bölerek, İzmir ve Bursa’da konaklayarak mini Türkiye turumuzu bitiriyoruz. Aklımızda kalan bol oksijenli çam ormanları, masmavi deniz, güzel insanlar ve uzayıp giden yollar oluyor. Ne güzel bir ülkemiz var. Keşke kıymetini bilebilsek ve güzel doğamızı otel yapmak için ya da enerji üretmek için katletmesek… Umarım gelecek nesiller de bizim gördüklerimize tanık olabilir.
Yazınız bana da çocuklarla seneye gitmek için cesaret verdi, teşekkürler...
YanıtlaSilAslında belki de çocukların ufuklarını daha da geliştirmek için seyehat etmeliyiz... Çok gezen sanki daha çok biliyor :-)
SilBu yorum yazar tarafından silindi.
Sil